Maja, annesi öldüğünden beri yaz tatillerini babaanne ve dedesinin yanında geçiyor. Burası, küçük bir kentte, çimenlerin düzenli biçildiği, bahçeli evlerin çitlerle çevrili olduğu, yoğunluklu olarak emeklilerin oturduğu sakin, güvenli bir site. Ama o yaz Maja’nın en büyük derdi, hayatın fazlasıyla ağırdan aktığı, yaşıtlarının olmadığı bu sıkıcı yerde zamanını nasıl öldüreceği değil. Çünkü yine kafasına kulaklığını geçirip çocuk parkında müzikle oyalandığı bir gün Julia ve Max’la tanışıyor.
Başta, iki kardeşe sadece arkadaşlık kurma umuduyla yaklaşsa da bir tuhaflık sezinlemekte gecikmiyor. Ne Julia’nın karnındaki morluklara anlam verebiliyor, ne Max’ın görünmez arkadaşıyla tutuştuğu yumruklu kavga aklından çıkıyor. Ama kardeşlerin artık neden oyun parkına gelmediklerini öğrenmek için evlerine gittiğinde şahit olduğu o ürkütücü sahne bile yetişkinleri bir sorunun varlığına ikna edemiyor. Maja kiminle konuşmaya çalışsa anlayışsızlıkla karşılaşıyor.
Oysa çaresizlik, hele de seyirci kalmak deli dolu, duyarlı bir genç olan Maja’ya göre değil. Tam da 13 yaşındaki bir insandan beklendiği şekilde harekete geçiyor: ani, gözü kara ve sonuçları düşünmeden.
Sonrasında gelişen olayları Maja’nın ağzından dinliyoruz. Ona çok sahici bir ses kazandıran yazar, genç kızın öfkesini, cesaretini, işler sarpa sarınca kapıldığı korku ve iç çelişkilerini ama illa ki umudunu ustaca işlerken, toplumun aile içi şiddet karşısındaki takındığı “bizde böyle şey olmaz” ikiyüzlülüğüne ayna tutuyor.
Maja’yı, yardım edeyim derken hata yapmaya iten de yetişkinlerin bu umursamazlığı oluyor. Yaşananları görmezden Maja’yı da duymazdan gelen büyükler, seyirci kalmayı vicdanıyla bağdaştıramayan genç kıza “derdiyle” yalnız olduğunu, “huzurlu sessizliği” bozduğu takdirde karşısına dikileceklerini çok net bir şekilde hissettiriyor… Ama Maja yılmıyor. Susarak suça ortak olmaktansa aklına ilk eseni yapmayı seçiyor. Sonunda her şey ters de gitse, kasaba halkı onca zamandır yok saydığı çirkin gerçekle yüzleşmek zorunda kalıyor.
Polisiye roman sürükleyiciliğine ve psikoloji roman derinliğine sahip Mavi Kulübe -ya da görmezden gelinen filler-, genç okuru edebiyatla sarmalayarak yakıcı toplumsal sorunlar üzerine düşündürtmeyi başarırken, yetişkinlere de sarsıcı bir okuma deneyimi vaat ediyor.
Arka Kapak:
Julia ve Max’ta tuhaf bir şeyler var. Maja, onlarla karşılaştığı andan itibaren bu histen kurtulamıyor. Günün birinde, iki kardeşin yaşadığı evin penceresinden içeri baktığında, onlara yardım etmek gerektiğine emin oluyor. Ama nasıl? Üç maymunu oynayan yetişkinler Maja’ya kulaklarını tıkayınca, genç kız, sonuçlarını hesaplayamadığı çılgın bir plan yapıyor.
Başını çevirme, gözünü kaçırma, harekete geç!
Ödüllü yazar Susan Kreller’in sarsıcı gençlik romanı Mavi Kulübe -ya da görmezden gelinen filler- ev içi şiddete karşı net bir tutum alıyor. Görmezden gelenlerin suça ortak olduğunu işleyen yazar, olaylara Maja’nın perspektifinden yaklaşıyor ve hata yapma pahasına harekete geçmeyi seçen bir gencin şahsında umudun altını çiziyor.