“Kimsesiz’in bir ismi yok, Kimsesiz’in bir yüzü yok, Kimsesiz’in bir geçmişi, bir geleceği yok.”
OLCAY MAĞDEN ÜNAL
Ajan Literer, 2019’un eylül ayında çevrimiçi yayın hayatına başladığında ilk yazımı henüz yenidoğan aşamasındaki bir yayınevine, Ginko Çocuk’a ayırmıştım. O tarihin üstünden sadece bir buçuk yıl geçti ve Ajan Literer artık matbu hayatına yelken açarken Ginko Çocuk da birbirinden önemli ve hassas konuya seçtiği harika kitaplarla parmak bastı. Özgürlüklerimizin kapana kısıldığı, bir yıldır tepemizde dolanan pandemi bulutları sebebiyle köşelerimize sindiğimiz bu distopya günlerine bir parça nefes, bolca fikir, epey bir yenilik getireceğine inandığım bu yeni derginin gelişini yine bir Ginko Çocuk kitabıyla kutlamak isterim.
Bu kez kahramanımız bir kimsesiz, kitabımızın adı da öyle: Kimsesiz. Emekçileri de evsizlerle çalışan; kalıcı adresi olmayan ve sokakta yaşayan insanların dünyasını çocuklara anlatmak için çeşitli etkinlikler düzenleyen bir yazar Sarah V. ve Akim Koşuyor kitabıyla Uluslararası Alman Gençlik Edebiyatı Ödülü’ne layık gösterilen çok ödüllü sanatçı, çizer Claude K. Dubois. Aynı zamanda Ginko Bilim’in de bilim danışma kurulunda yer alan Ferhat Sarı tarafından dilimize kazandırılmış bu kitap bizleri yok saydığımız gerçeklerle yüz yüze getiriyor. Kitabın kendisi de bir kimsesiz gibi; soluk, bulanık ve de belli belirsiz. Aslında orada, ama sanki yok. Aslında gerçek, ama sanki iç burkan, kötü bir hayal.
Şehirde yepyeni bir gün doğuyor ve koşturma başlıyor. Küçük bir kız okula gitmek için sıcacık yatağından kalkıyor. Ve Kimsesiz. O da uyanıyor, ama üşüyor, çünkü buz gibi bir gece geçirdi, battaniyesi de sırılsıklam; Kimsesiz sokakta yaşıyor. Ne kalacak sıcacık bir evi ne de içecek sıcacık bir çorbası var. Kimsesiz’in bir ismi yok, Kimsesiz’in bir yüzü yok, Kimsesiz’in bir geçmişi, bir geleceği yok. Sanki o anda takılı kalmış da her günü tekrar tekrar yaşıyor gibi. Önünden geçip giden insanların dikkatini çekmiyor, başka bir evrendeymiş de o insanların önüne düşen sadece siluetiymiş gibi. Oysa bir zamanlar bir ismi de vardı geçmişi de: Postacıydı, aşk mektupları ve faturalar taşıdığını hatırlıyordu, bir de sokağın başındaki evde oturan kadının köpeğini. Kimsesiz sokağın ortasına öylece bırakılmış bir çöp yığını gibiydi, kimin attığı belli olmayan, ama herkesin tiksinerek görmezden geldiği ve kimsenin kaldırmaya tenezzül etmediği bir çöp yığını. Kimsesiz aç ve yorgun, üstelik çok üşüyor. Alışveriş merkezi henüz kapalı, boş bir otobüse denk gelince atlayıp aşevinin yolunu tutuyor. Karnını az da olsa doyurabilmek için girdiği sıra ona geldiğinde ismini hatırlayamıyor.
Kimsesiz aşevinden çıkıp yola devam ediyor, yalnızlığını daha da derinden hissediyor, üstelik karnı da ruhu kadar aç. Oysa parklar yaşam dolu: Ördekler, cıvıl cıvıl çocuklar, âşık çiftler, ağaçlar, çiçekler. Sanki dünya dönüp durmaya devam ederken bir tek onun ayaklarının altı yerinde sayıyor gibi. Derken bir çocuk çıkageliyor, yüzü de paltosu gibi neşe saçıp karşısına çıkanın içini ısıtıyor. Şimdiye dek yapılmış en güzel çörek, minicik ellerden çıkıp Kimsesiz’in soluk ellerine konuyor: Onun artık bir ismi var ve sanki yüzü bir parça da olsa belirginleşiyor.
Çizdiği her bir çizgiyi deyim yerindeyse “konuşturan” çizer Claude K. Dubois, bir röportajında duyguların öneminden bahsediyor ve keyfi yerinde olmayan birini gördüğünde buna katlanamadığını söylüyor. İşte bu yüzden çocuklara ve gençlere başkalarının neler hissettiğini düşünmeleri gerektiğini de anlatmamızın öneminden bahsediyor, çünkü hepimiz aslında öyle hassas varlıklarız ki birbirimize arka çıkmalıyız. Bunun yanı sıra Dubois, tarzının özellikle belirgin çizgiler içermediğini, çünkü hayatın kendisinin de önceden belirlenmiş, net bir düzlemde ilerlemediğini, tüm insanların, doğanın ve olup biten her şeyin bir akış içinde süregeldiğini belirtiyor; bugün ışık bu taraftan düşüyor olabilir, ama çok geçmeden ne varsa değişebilir. Kimsesiz kitabıyla ilgili söyledikleri de şöyle: Kızın annesinin yüzü hiçbir zaman görünmüyor, kızının elinden tutuyor, ama Kimsesiz’i fark etmiyor. Kimsesiz’in yüzüyse sürekli bir değişim hâlinde, ancak hep belirsiz, ta ki küçük kız onunla konuşuncaya kadar. Hikâye Belçika, Liège’de geçiyor, ama o caddeler ve park dünyanın herhangi bir yerinde olabilir.
Çizimler ve tercih edilen renkler okuru derinden etkilese de Kimsesiz, sessiz bir kitap değil. Kısa, karmaşıklıktan uzak ve her sayfanın altında kendini birer ikişer belli eden cümleleri oluşturan her kelime tek tek özenle seçilmiş gibi. Cümleler çizimlerin arasında köprü kuruyor, sanki karşımıza çıkan bu belli belirsiz görüntülere kısa da olsa bir fener tutuyor gibi.